Ey insanlar! Muhakkak ki biz, sizi bir erkekle bir dişiden yarattık...
Ve sizi millet millet, kabile kabile yaptık ki, tanışıp kaynaşasınız...
Allah katında en şerefliniz takvaca en ileri olannınızdır (O’ndan en çok korkanınızdır.)”
(Hucurat Sûresi, 13) İslamın ırka ve ırkçılığa bakışını bu ayet-i kerimede
bütün berraklıkğıyla görmekteyiz.
Bu ayeti kerimede farklı milletler olarak yaratılmamızın hikmeti tanışmak ve
yardımlaşmak olarak tespit edilir. Nur Külliyatında bu ayet-i kerimenin
açıklaması yapılırken şu cümlelere yer verilir.
“Hey’et-i içtimaiye-i İslâmiye, büyük bir ordudur. Kabail ve tavaife
inkısam etmiş. Fakat binbir birler adedince cihet-i vahdetleri var.
Hâlıkları bir, Rezzakları bir, Peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları bir,
vatanları bir, bir bir bir... binler kadar bir bir... İşte bu kadar bir birler,
uhuvveti, muhabbeti, vahdeti iktiza ediyorlar. Demek kabail ve tavaife
inkisam, şu âyetin ilân ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir...
tenakür için değil, tahassum için değildir!..”
Ve ayetin sonunda inanların Allah katındaki değerlerinin ırklarına gore
değil takvaları nisbetinde olduğu vurgulanır. Buna gore, Allah indinde
en makbul olanlar, şu veya bu ırka mensup olanlar değil, hangi ırktan
olursa olsun takvada en ileri gidenlerdir. Takva kavramı içinde,
ırkçılıktan sakınma da dahildir.
Takva, Allah’dan korkmak, O’nun yasaklarından şiddetle kaçınmak mânâsına
geliyor. Ama, takva sahiplerinin sıfatlarıyla ilgili âyetlere baktığımızda;
takvanın, İslâm’ı bütünüyle yaşamanın âdetâ simgesi, alâmeti olduğunu görürüz.
Âl-i İmran Sûresinde; Rabbimiz bizi, mağfiretine, Cennetine çağırıyor,
çağırmaktan da öte, “koşunuz” diyor. Ve bu Cennetin,
muttakiler için hazırlandığı beyan ediliyor. Âyetin devamında;
takva sahiplerinin sıfatları şöyle sıralanıyor: “Onlar darda ve
genişlikte infak ederler.” (Nafaka verirler, muhtaçların yardımına koşarlar.)
“Kızdıkları zaman, gayzlarını, öfkelerini yutarlar.” “İnsanlardan gelen
kötülüklere karşı affedici olurlar.” “Onlar bir kötülük yaptıklarında,
yahut nefislerine zulmettiklerinde hemen Allah’ı hatırlarlar da günahları
için istiğfar ederler...” “Yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.”
İşte Allah’ın sevdiği kullar bu sıfatları taşıyanlardır; hangi milletten,
hangi tabakadan, hangi makamda ve hangi gelir seviyesinde olursa olsun...
Fatihayı hemen takip eden sûrede de “Kur’an-ı Kerîm’in
muttakiler için bir hidayet olduğu”nun beyan edilmesi ve
takvaya dikkat çekilmesi çok mânidardır!.. Bu sûrede muttakinin
sıfatları: “Gayba iman etmek”, “namaz kılmak”, “Allah’ın ihsan
ettiklerinden infak etmek”, “Kur’an’a ve daha önce inen kitaplara
iman etmek”, “Âhirete şüphesiz inanmak” şeklinde sıralanır.
Bu sûrede de, ırktan, kabileden, amirden, memurdan, köleden,
efendiden söz edilmez...
Bu âyetler sadece iki misal... Bu nazarla baktığımızda Kur’an’ın bütün
âyetlerinin ırk ayırımını reddettiğini açık açık görürüz...
Bütün emirler ya topyekün insanlara, yahut mü’minleredir.
İnsan, ırkından dolayı ne iyi olabilir, ne de kötü... İyinin ve
kötünün tarifleri içinde böyle bir unsur yok. Bunu her akıl tasdik
ettiği gibi, her vicdan da yakînen bilir... Bir insanın iyiliğinden söz
ederken; onun güzel ahlâkını, takvasını, salih amelini, dürüstlüğünü,
çalışkanlığını anlatırız. Bunların tamamı onun iradesiyle ilgilidir.
Kimse kendi ırkını kendi iradesiyle seçmediğine göre, biz ’falan
adam iyidir, çünkü filân ırka mensuptur.’ diyemeyiz.
Ruh, beden ülkesinin misafiridir. İnsanı yükselten, ona Hak katında
değer kazandıran bütün hususiyetler onun ruhuyla alâkadardır,
bedeniyle değil. İşte ırk mefhumu da, ancak beden için geçerlidir.
Ruhun ırkı yoktur. Ve insan da kâmil mânâsıyla ruhtan ibarettir.
Allah Resulü (asm.) sadece Araplara değil, bütün âlemlere rahmet
olarak gönderilmişti. O, tevhid dâvâsıyla ortaya çıktı. Karşısında,
her nev’iyle şirk vardı. İnsanları putların köleliğinden, nefsin
esaretinden, bâtıl inançların tahakkümünden kurtarıp Allah’a kul etmek,
O’nun dergâhında boyun eğdirmek istiyordu... O’na kendi kavmi
karşı çıktı. Kendi akrabaları karşı çıktı. Öz amcası karşı çıktı...
Asr-ı Saadette, sahabelerin, inanmayan yakınları ile harbetmeleri
konumuz açısından da çok mânidardır!..
Irkçılık esas olarak şeytana dayanır. Çünkü, aslıyla övünmeyi,
başka asıldan gelenleri hor görmeyi o başlatmıştı...
“Onu topraktan yarattın, beni ise ateşten” diyerek
Hz. Âdem’e (A.S) secde etmemişti... “Ateş topraktan üstün.
Öyle ise ben kendimden daha aşağı birine nasıl secde edebilirim?”
diyerek isyanını müdaafaya kalkışmıştı.
Hucurat Sûresinde müminlere şu ilâhî mesaj verilir :
“Ancak mü’minler birbirinin kardeşidirler. Öyle ise,
kardeşlerinizin aralarını ıslah edin.”
Allah şu veya bu ırkın mensuplarını değil, ancak mü’minleri birbiriyle
kardeş ediyor. Mü’min olmayan bir insan, mü’min babasına varis olamıyor.
İman gidince, maddî, uzvî ve ırkî bağlılık bir işe yaramıyor.
“Kendi nefsi için istediğini mü’min kardeşi için de istemeyen (kâmil)
mü’min olamaz” buyuran Allah Resulü (a.s.m.), bu âyetin amel
ve his âlemimize nasıl aksedeceği hususunda bize yol gösteriyor.
Hud Sûresinden ulvî bir ders:
Nuh (as.) “Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da benim ailemdendir
(benim ehlimdendir)” diye tufan hâdisesinden onun kurtulmasını
istediğinde, İlâhî cevap şöyle gelir: “Ey Nuh o senin ailenden
(ehlinden) değildir” ve Nuh (as.) oğlunu gemiye almaktan menedilir...
Demek ki; insanın, inanmayan, isyan eden oğlu onun ehli sayılmıyor.
Öğle ise inanmayan ırkdaşı da onun dostu, kardeşi olamaz.
Bu hakikatı hiçbir tevile imkân vermiyecek kadar net biçimde ortaya
koyan bir Allah kelâmı:
“Ey iman edenler, babalarınızı ve kardeşlerinizi, eğer küfrü imana
tercih etmişlerse dost edinmeyin! Sizden kim onları dost edinirse işte onlar,
zalimlerin ta kendisidir.” (Tevbe Sûresi, 23)Allah Resulünden (a.s.m.)
bu konuda pek çok Hadis-i Şerifleri mevcut... Bunlardan birkaçını takdim edelim:
“Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir:"
1- “Kaderiye" (‘kişi kendi fiilinin yaratıcısıdır’ cümlesinde ifadesini bulan,
kaderi inkâr dâvâsı).
2- Unsuruyet dâvâsı(ırkçılık) ve
3- dinî meselelerde gevşeklik etmek.”(Taberanî, Mu’cemüs Sağir, 158)
“Asabiyet(Irkçılık) dâvâsına kalkışan, onu yaymaya çalışan,
bu dâvâ uğrunda mücadele eden kimse bizden değildir” (Ebu Davut, Edeb, 121)
“Kim hevasına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe
çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfke ve tehevvüre
kapılırsa cahiliye ölümü üzere ölür.” (İbni Mace, Fiten, 7)
Allah Resulünün ırkçılık hakkındaki beyanlarını Onun ‘Veda Hutbesi’ndeki
şu sözleriyle ile noktalıyalım.
“Ey İnsanlar!.. Rabbiniz birdir, babanız da birdir.
Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana,
Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin
siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur.
Üstünlük ancak takvada, Allah’tan korkmaktadır. Allah yanında en
kıymetli olanınız O’ndan en çok korkanınızdır.”
İstiklâl Marşı şairimiz merhum Mehmed Akif de İslamın ırkçılığı
men ettiğini şu mısralarla dile getirir:
“Arabın, Türk’e, Laz’ın Çerkez’e yahut Kürd’e
Acem’in Çinliye rüçhanı mı varmış nerde.
İslâmiyette anasır mı olurmuş ne gezer
Fikr-i milliyeti tel’in ediyor Peygamber
En büyük düşmanıdır ruh-u Nebi tefrikanın
Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın.”
Bu, coşkun olduğu kadar da sitem dolu ve bir o kadar da ıstırap
yüklü ifadeler, o büyük şairimizin ırkçılık âfetinden ne kadar dertli
olduğunu en güzel şekilde ifade etmiyor mu?
Sorularla Risale-i Nur
Alaaddin BAŞAR (Prof. Dr.)